Kutsala saygı herkesin dikkat etmesi gereken bir husustur. Saygı gösterilmesi gereken kutsal değerlerin başında Allah, peygamberler ve Yüce Yaratıcı’nın gönderdiği kitaplar gelir. Bu konuda hangi seviyede olursa olsun saygı sınırını aşma ayrıcalığı söz konusu değildir.
Hz. Adem ve eşi Hz. Havva hakkında “cahil” ifadesinin kullanılması tasvip edilemeyecek, düzeltilmesi gereken saygı eşiğini aşan bir nitelendirmedir. Zira Hz. Adem ilk insan ve ilk peygamberdir. Ayet-i kerîmede gayet net bildirildiği üzere Allah, Hz. Adem’e “tâlim-i esmâ” ünvanı altında pek çok şeyin bilgisini öğretmiştir. Ve yine Kur’an’da bildirildiği üzere Hz. Âdem’in meleklere üstünlüğünün arkasında işte bu bilgi ve ilim vardır. Bu itibarla böyle bir nitelendirmenin uygun olmadığı açıktır. Fakat, kutsala saygı eşiğini aşan bu ifade sebebiyle onu söyleyen kimseyi linç etmek doğru değildir. Zira bu,; başka kutsallara da saygısızlığı tetikleyecektir.
Diğer taraftan Diyanet, kutsala saygı sınırlarını aşan bahsi geçen ifadenin doğru olmadığını bildiren bir açıklama yayınlamıştır. Zaten Diyanet’in kutsalın saygınlığını ifade etmesi ve bu konuda saygı eşiğini aşan yaklaşım ve tutumların uygun olmadığını bildirmesi onun misyonunun bir gereği olsa gerek. Oysa ki Diyanet, dini değerlere saygısızlığın çok ötesinde şirk ve küfür ifade eden sözlerin havada uçuştuğu dönemlerde ise hiç bir açıklamada bulunmamış, sükutuyla adeta bunları ikrar etmişti. Allah’a, Resulü’ne ve Kur’an’a küfür ve şirke götürecek ölçüde saygısızlıklar yapılmış, Diyanet te sükutuyla bir manada bunları tasdik etmişti.
R. Tayyib Erdoğan hakkında, “Allah Teâlâ’nın bütün vasıflarını toplamış bir lider.” denmişti. Bir beşerin Allah’ın vasıflarına sahip olduğu iddia ediliyordu. Oysa ki, hemen her müslümanın bildiği “İhlas suresi”nde Allah’ın vasıfları şu şekilde bildirilmiştir: “De ki: O, Allah: gerçek İlahtır, Bir’dir. Allah Samed’dir. Ne doğurdu, ne de doğuruldu. Ne de herhangi bir şey O’na denk oldu!” (İhlas, 112/1-4)
Ayette Allah’ın “Samed” vasfına sahip olduğu bildiriliyor. Samed: “Her şey Kendisine muhtaç olduğu halde, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan” demektir. Kendisinde Allah’ın bütün vasıfları olduğu iddia edilen şahıs Yüce Yaratıcı’ya özel “Samed” vasfına mı sahiptir? Bu özelliğe sahip olduğu iddia ediliyorsa bu şirk değil midir? Yüce Allah’ın bir diğer özelliği ayette bildirildiği üzere; ezelî ve ebedi olup, sonradan yaratılmamış olmasıdır. Allah’ın bütün vasıflarını topladığı iddia edilen şahıs bir anne ve babadan dünyaya gelmemiş, sonradan yaratılmamış ezeli ve ebedî bir özelliğe mi sahiptir?
Yine aynı şahıs hakkında, “Ona dokunmak bile ibadettir.” denmişti. Neyin ibadet olup-olmadığını belirleyen nasstır. Peygamber Efendimiz’e bile dokunmak ibadet olmadığı halde Erdoğan’a dokunmanın ibadet olduğunu bildiren nass mı var?
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile ilgili eski bir bakan Efkan Ela; “Hz Muhammed bile gurura kapıldı. Biz kapılmadık!” demişti. Gurur negatif bir ahlakî özelliktir. Bu sözü söyleyen şahıs bu ifadesiyle kendisini ve ekibini Peygamber Efendimiz’den daha yüksek bir ahlaki seviyede görmektedir. Zira Peygamberimiz Mekke fethinde gurura kapılmış ama; kendileri pek çok futuhat yaptığı halde hiç gurura kapılmamış!? Oysaki Yüce Allah, Kur’an’da Peygamber Efendimiz’in ahlakî değerlerin en zirvesinde olduğunu mealen şu şekilde bildiriyor: “Şüphesiz ki Sen, ahlâkın –Kur’ân buudlu, ulûhiyet eksenli olması itibarıyla– ihâtası imkansız, idraki nâkabil en yücesi üzeresin.” (Kalem sûresi, 68/4.) Ayetin orijinal metnine bakıldığında وَإِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظِيمٍ Peygamberimizin (s.a.s.) bütün ahlakî değerlerin en zirvesinde olduğunun vahiy dili olan arapçanın isim cümlesi, tekid edatı inne, lam-ı tekit ve azîm sıfatı gibi bütün tekit özelliklerinin kullanılarak bildirildiği görülmektedir. Ayrıca Allah Resulü (s.a.s.) Mekke fethinde -haşa gururlanmak bir tarafa- neredeyse başı merkubunun eğerine değecek şekilde tevazu içerisinde girmişti. (Beyhaki, Delâilü’n-nübüvve, 5/69; İbn-i Kesîr, es-Sîretü’n-nebeviyye, 3/555) Nitekim Peygamberimizin hayat-ı seniyyelerine bakıldığında her başarının onun tevazusunu katladığı görülecektir.
Bir diğer en önemli kutsal değer olan Kur’an hakkında eski Devlet Bakanı Egemen Bağış; “Bakara-makara, her cuma bir ayet sallıyorum” diyerek Kur’an’ın sure ve ayetleriyle dalga geçmişti. Yüce Mesaj, Allah’ın ayetleriyle istihza etmenin münafıkların bir sıfatı olduğunu bildiriyor: “Eğer kendilerine ettikleri alay hakkında soracak olursan: “Ciddi bir şey konuşmuyorduk, sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk!” derler. Sen onlara de ki: “Demek, siz Allah ile, O’nun âyetleri ile ve Onun Resûlü ile eğleniyordunuz ha! Hiç boşuna özür dilemeyin. Gerçek şu ki: Siz iman ettiğinizi açıkladıktan sonra, içinizdeki inkârı açığa vurdunuz.” (Tevbe suresi, 9/65-66) Allah’ın ayetleriyle istihza edilmesi, dalga geçilmesi küfür kokan bir saygısızlıktır. İşin garibi bu şekilde kutsala karşı saygısızlık yapan kimsenin kınanması bir tarafa, yönetim gücünü elinde tutanlar tarafından toplantılarda alkışlatılması, kutsala saygısızlığın mükafatlandırılmasından başka bir şey değildir.
Diyanet, Hz. Adem ve Hz. Havva’ya yapılan saygısızlığı ikaz ederken ondan çok daha büyük yukarıda bahsettiğimiz şirk ve küfür sınırlarını zorlayan Allah’a, Resulüne ve Kur’an’a yapılan saygısızlıklar ile ilgili sükut etmeyi tercih etmiştir. Diyanet’in bu sükutları ne manaya gelmektedir? Zira Mecelle’nin 67. maddesinde ifade edildiği üzere “Marız-ı hacette sükût beyandır.” Diyanet, bazı insanların kutsala saygısızlık yapma imtiyazı olduğu görüşünde midir? Böyle bir görüşte ise bu konuda bizim bilmediğimiz kendilerinin bildiği bir nas veya fıkhî bir hüküm mü var? Yoksa -haşa ve kella- Allah, Resulüllah ve Kur’an’ın üstünde onlara saygısızlıkta bulunma hakkına sahip başka kutsallar mı var? Bazılarına kutsala saygısızlık yapma imtiyazı vermek kutsala saygısızlık manasına gelmez mi?
Diğer taraftan kendilerine uluhiyet vasıfları atfedilen kimselerin de Kur’an’da bildirildiği üzere, “Yalnız Allah’a ibadet edin ve asla O’na hiç bir şeyi şirk koşmayın.” (Nisa suresi, 4/36) diyerek ikaz etmeleri de muvahhit mümin olmanın gereği olsa gerektir.
Kutsala saygı toplum huzuru; insanların karşılıklı sevgi ve saygı içinde yaşaması adına çok önemli bir değer ve dinamiktir. Keşke, uluslararası hukukta hem kutsala saygıyı, hem de onun suistimal edilerek toplumu kutuplaştırmalara, kamplara bölmelere alet edilmesine fırsat vermeyen kanunî bir düzenleme yapılsa.