1. Nasılsanız öyle idare edilirsiniz
“Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.” (İbn Cemî’, Mu’cemü’ş-şüyûh s.149; Deylemî, Müsned 3/305.) Keyfiyetiniz ne ise, başınızdakilerin keyfiyeti de o olur. Siz nasıl bir kaynak iseniz, başınızdakiler de o kaynağın mahsulüdür.
Bu hadis, idare edilenlere diyor ki: Siz çok önemlisiniz. Çünkü, başınıza geçecekler, hangi yoldan olursa olsun, sizin kapınızı çalmak zorundadırlar. Yani onlara şekil verecek olan sizlersiniz.
İçtimaînin de kendine göre değişmeyen prensipleri vardır. Nasıl ki fiziğin, kimyanın, astronominin kendine göre değişmeyen ve adına “şeriat-ı fıtriye” kanunları denilen prensipleri var, öyle de içtimaînin de kendine göre prensipleri vardır ve bunlar kıyamete kadar da değişmeyecektir. Onun içindir ki, insanlar, şerre, şirretliğe yol veriyor, bağırlarında kötülüklerin barınmasına açık yaşıyorlarsa, o insanları kötüler ve şirretler idare edecektir. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın değişmeyen kanunudur. Evet, şirretlik, insanların bünyelerinde neşv ü nema buluyor mu? Bu bünyelerde fenalıklar yeşeriyor mu? O zaman Allah (celle celâluhu) onların başına, aynı çamur ve aynı hamurdan insanlar getirir, onları işte bu insanlar idare eder.
İkincisi: Yine bu hadis ifade ediyor ki, kanunlar, nizamlar, satırlardaki şeylerdir. Ve bunların çok tesiri de yoktur. İnsanlar kafa kafaya verip, en muhkem kanunnameler dahi hazırlasalar, önemli olan onun ihtiva ettiği hususlara riayet edilip edilmemesidir. Binaenaleyh, esas olan, idare edilen insanların ahlâkî yapılarıdır. Eğer onlar, ahlâklı, kendilerine düşen problem ve meseleleri halletmiş insanlarsa, onların başına geçecek kimseler de asla problem insanı olmazlar.
Üçüncüsü: Her insan suçu kendinde aramalıdır. Herkes kendinin avukatı olduğu, suçu hep dışarıda aradığı müddetçe, müsbet mânâda mesafe katetmek mümkün değildir... İnsanlar, iç âlemlerinde, özlerinde kendilerini değiştirmedikçe, Cenâb-ı Hak onları değiştirmez.(Ra’d sûresi, 13/11) Eğer içte bir bozulma olursa, bu mutlaka zirvelere kadar her tarafa yansır. İnsanların iç istikameti için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Demek oluyor ki, idare edilenlerin durumlarının, idare edenlerin durumlarına, âdeta sebep-netice münasebeti içinde bir müessiriyeti var. (Sonsuz Nur, 1/304-307)
2. Hoşlanmadığınız şeyler neticesi itibariyle hayır olabilir
«Olur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.. Ve olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin için şerli olur. Doğrusu bunu Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara sûresi, 2/216)
«Mülk yönüyle ve dışa bakan cihetiyle bu size kerih gelebilir. Ama size bir kanun söylüyorum: Nice kerih görüp hoşlanmadığınız şeyler vardır ki, onlar sizin için hayırdır. Nice sevdiğiniz şeyler de var ki onlar sizin için şerdir. Demek oluyor ki, dış yüzüyle çirkin görünen nice şeyler var ki bizim için onlarda çok büyük hayırlar vardır. İşte soğukta alınan abdest, işte uzun mesafeler kat’edip mescitlere gitmek ve işte namazdan sonra diğer namazı beklemek, bunlar zâhiren çok zordur; fakat bu zorluğun verâsında adım adım Cennet’e yaklaşmak ve merhale merhale Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine yanaşmak vardır.» (Kader, s. 69)
Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu meseleyi ne güzel yakalamıştır. Şöyle der: “Hayırla mı, yoksa şerle mi sabahladım, hiç aldırış etmeyeceğim: Çünkü benim hayır zannettiğim esasen benim için şer; şer zannettiğim de benim için hayır olabilir.” Esas olan, bizim için meçhul sayılan bu sahaya dair hüküm vermekten kaçınmak ve Allah’ın hükümlerine inkıyat etmektir. Evet, bize vacip olan hayra niyet etmek ve hayır istikametinde koşmaktır. Öyle ise dikkat edelim, emir ve nehiylerde Allah’a itaatimiz tam olsun, emir ve yasakların dış yüzlerine bakıp aldanmayalım.
3. Seçimlere Bakış
Siyasî bir fikre katılma bazen bir vazife olabilir. Toplumun kaderini belirlemede her mü’min behemehâl reyini kullanmalıdır. Zira bu, vatanî bir vazifedir. Bir mü’min, seçimlerde kendisine düşen vazifeyi yapmazsa, Allah indinde mesul olur. Aynı zamanda o, bu meselenin ciddiyetini ana baba, dede nine gibi yakın dairede bulunan kimselere de mutlaka anlatmalıdır. Ancak, oyların hangi partiye verilip verilmemesi meselesi beni çok ilgilendirmez. Hayatımın sonuna kadar da bu mevzuda, değil açık ve sarih bir şey söylemek, iş’ardan dahi içtinabı kendime vazife sayarım.
Ben, “Falan partiye oy verin, filân partiye oy vermeyin!” demiyorum. “Oy kullanmak bir vecibedir. Herkes bu vazifeyi yerine getirmeli yoksa mesul olur!” diyorum. İşte bu kadar ben de siyasîyim... Bir partiyi tutma mevzuuna gelince; bizim gibilerin bir partiyle alâkası seçime bir hafta kala başlar. Onlar kendi aralarında, hangi partiye oy verecekleri mevzuunda konuşur, görüşür ve seçim günü de gider reylerini kullanırlar. Daha sonra da artık bu işin münakaşasını yapmazlar. Çok demokratik ülkelerde anlayış böyledir.» (Çizgimizi Hecelerken, Prizma 8/44)
4. Duruşumuz ve yapmamız gerekenler
Sevgi, hoşgörü ve diyalog köprüleriyle nefret dalgalarının önüne geçilemediği takdirde bütün insanlığı içine alacak korkunç hâdiselerin yaşanması, beşeriyetin başına kıyametin kopması kaçınılmaz olacaktır. Bu itibarla biz tamiri, ıslahı, kardeşliği ve yaşatmayı seçmeliyiz. Bu uğurda icabında ölüm tehditleriyle karşı karşıya kalsak bile onu tevekkülle karşılamalı, dış yüzü ekşi hâdiselerin üzerine tebessümle gitmesini bilmeliyiz. İnsanlığın kurtuluşu adına gerektiğinde hayatın zevk ve lezzetlerinden feragat etmeyi bilmeliyiz. Ayrıca, hizmet edebilme adına Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği farklı imkânları kesinlikle dünyevî herhangi bir menfaate bağlamamalıyız. Zira koca bir dünyayı yeniden ihya etmeyi vazife edinmiş insanların şahsî çıkarları adına hareket etmeleri, insanî kıymetle telif edilemeyecek ölçüde sevimsiz ve çirkin bir tavırdır. (Dert Musikisi, s. 34)
...toplumda farklı patlamalar olabilir. Bir kısım zalim ve müstebitler devirmeye güçleri yettiği anda, kendilerine muhalif gördükleri insanların tepesine binerek onları ezip geçebilirler. Bazen de toplumlarını herc ü merce sevk edecek daha başka hâdiselere sebebiyet verebilirler. Fakat bütün bunlar karşısında Müslümanlara düşen, falanı filanı ta’n u teşni etmek yerine öncelikle kendileriyle meşgul olmak ve kendilerini düzeltmektir. Onlar başlarındaki zalimlerden şikâyet etmek yerine öncelikle, “Acaba Allah bu zalimleri niye bizim başımıza musallat ediyor?” diye düşünmelidirler. Çünkü onlar dosdoğru olacakları âna kadar, başkalarıyla uğraşmaları faydasızdır. Zira, “Nasıl iseniz öyle idare edilirsiniz.” (el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 6/22) hadisinin de ifade ettiği üzere, tabanda bulunan insanlar nasıl olursa, idarecileri de aynı olacaktır.
Sütün kaymağı sütten oluşacağı gibi, şapın kaymağı da yine şaptan oluşacaktır. Menkıbe olarak rivayet edildiğine göre Haccac-ı Zalim’e Hz. Ömer’in adaleti hatırlatıldığında o da yanındakilere, “Hele siz onun çevresindeki insanlar gibi olun, bakın ben de nasıl Ömer gibi oluyorum.” demiştir. Bu sözüyle Haccac, kendisinin tam da onlara uygun bir idareci olduğunu hatırlatmak istemiştir.